28 Temmuz 2015 Salı

"Eşyanın Tabiatı": Dünya Tek Kişilik Bir Gemi

"Eşyanın Tabiatı": Dünya Tek Kişilik Bir Gemi: Karlı bir Şubat akşamüstüsü, İstanbul Bakırköy'deki bir hastanede, Denizli'li bir babanın ve Hopa'lı bir annenin evlad...

27 Mayıs 2015 Çarşamba

5 Mayıs 2015 Salı

Türkiye'deki Eğitim Anlayışı: Kurbanların Kurbanlarıyız


Bir eğitim - öğretim yılının daha sonuna yaklaşıyoruz. Özel okulların bir çoğu kayıt yenilemekle ve yeni kayıt almakla, velilerin bir çoğu da okula yeni başlayacak çocukları için okul aramakla meşguller. Hepsinin gönlünden geçen, iyi bir okula çocuklarını yazdırabilmek. Peki iyi bir okul nedir?

İsmi olan? İyi bir kampüsü olan? TEOG’ a yönelik ders anlatan ve tam puan yapmalarını sağlayan? İyi bir üniversiteye  yerleştiren? Yabancı dili ana dili gibi veren? Sosyal etkinlikleri ile ön planda olan? Disiplinli? Öğrenci merkezli? Öğretmen merkezli? Teknolojiyi sınıflarına taşıyan? Çoklu zeka kuramıyla eğiten? Her çocuğun farklı olduğundan dem vuran?  Yetenekleri ve ilgi alanları doğrultusunda çocuklar yetiştiren? Ya da bunların bir kaç tanesini yerine getiren?

Öncelikle, Türkiye’deki eğitim sisteminin Bloom’un bilişsel alandaki öğrenme taksonomisinin ilk üç basamağı kapsadığını söylemekle söze başlamak gerekir. Nedir bu üç basamak? Bilgi, kavrama ve uygulama.  Bilgi ve kavrama düzeyinde kalan bilgiler unutulmaya mahkumdur! Uygulama ne kadar sık tekrarlanırsa akılda kalma olasılığı o kadar fazladır. Ancak öğrenmenin tam olarak gerçekleşmesi için yeterli değildir. Diğer üç basamağa ihtiyaç vardır ki bunlar; analiz, sentez ve değerlendirmedir. Üniversiteye gelen genç bireyler, işte bu basamaklara ilk-orta ve lise öğrenimleri boyunca erişemediklerinden, üniversite eğitimleri boyunca zorluk yaşarlar. Türk eğitim tarihinde bu basamaklarının hepsinin üniversite eğitimine kadar uygulandığı ve öğrenmenin tam anlamıyla gerçekleştiği bir dönem olmuş mudur? Evet!  Köy Enstitülerinde bu basamakların hepsi başarıyla uygulanmıştır.Bu gün uygulanmakta mıdır? Hayır.

Peki bugünkü eğitim sistemi ne üzerine inşa edilmiştir? Eleme. Çocukların yaratıcılığı, farklılığı, çeşitliliği eğitimcilerin ve okulların büyük bir bölümünün pek de umurunda değildir. Başarının ölçütü test şeklinde düzenlenmiş sınavlar ve bu sınavlarda çelişiklerin elenmesi üzerinedir. TEOG odaklı eğitimde öğrencinin başarısı okulun başarısıdır. Okulun başarısı daha fazla öğrencinin o okulu tercih sebebidir.Bu yüzden de okullar birbirleriyle rekabet halindedirler. Son senelerde TEOG’ta tam puan yapan öğrencilerin sayısında patlama görülmektedir. Çünkü 14 yaşında, bugün çocuk dediğimiz ilk gençlik yıllarında olan bireyler bırakın çocukluklarını,  ilk gençliklerini bile yaşamamaktadırlar. Başlarını test kitaplarından kaldıramamakta, gündelik hayatta kendilerine yöneltilen sorularda bile şık aramaktadırlar. Peki TEOG sınavında tam puan yapmak, iyi bir okula yerleşmenin garantisi midir? Hayır. Bu sefer de tercih önceliği, sırasıyla 8, 7 ve 6. sınıflardaki yıl sonu başarı puanı yüksekliği, ve özürsüz devamsız gün sayısının azlığı dikkate alınarak yerleştirme yapılmaktadır.Diğer bir değişle, bitmek bilmeyen bir eleme sisteminden çocuklar geçirilmektedir.

Peki böyle bir sistem içerisinde yer alan okullarda sizce çocukların psikomotor alanlarını yeterince destekleyen programlar bulmanız mümkün müdür? Özel okulların fiziksel şartlarına baktığınızda, yüzme havuzları, basketbol sahaları, tenis kortları, sanatsal etkinlikler için hazırlanmış renkli odaları elbette göze ilk çarpanlardır. Devlet okullarından, özel okulları temelde ayıran farklılıkların da başında gelir tüm bunlar. Ancak ilerleyen sınıflarda, öğrencilerin haftalık ders programlarından sosyal etkinlik saatlerinin birbir nasıl da  kaldırıldıklarına, bunların yerine bilişsel alanı destekleyen derslerin konulduğuna şahit olursunuz. Sosyal faaliyetleri gerçekleştirecek alanlara sahip olan ama eğitim öğretim yılı boyunca  in cin top oynanan bu alanlar, nedense yazın gelmesiyle birlikte birden bire hareketlenirler. Yaz okulu programları ailelere  ulaştırılır. Bu programlarda bütün kış boyunca hareketsiz kalan, sanattan, yaratıcılıktan uzak tutulan öğrenciler için çok cazip bir fiyatlara( !) bütün olanaklar ailelerin ve çocukların ayakları altına sunulur. Oysa ki öğrenme sadece bilişsel alandan ibaret değildir.

Okullarla görüşmeye gittiğinizde elinize tutuşturulan kataloglara baktığınızda her çocuğun nasıl da birbirinden farklı olduğundan, bireyselleştirilmiş eğitimden, çoklu zeka kuramından bahseden büyük büyük laflar görürsünüz. Evet, tüm bunlar dünyanın bir yerlerinde uygulanmaktadır.Evet, her çocuk özeldir ve her çocuğun öğrenme biçimi bir diğerinden farklıdır. Kimi işitseldir, kimi görsel, kimi kinestetik, kimi sözel, kimi matematiksel, kimi doğasal, kimi içsel, kimi de sosyaldir. Çocuğun hangi alanının daha baskın olduğunun belirlenmesi ve diğer alanlarının da baskın olduğu alan kadar beslenmesi elbette çok önemlidir. Ancak bu kuramlar ve eğitimde öne sürülen yeni öğrenme modellerinin ne kadarının okullarda uygulanabilir olduğu tartışmaya açıktır. Bu eğitim modellerini birebir uygulayan, öğrenciyi merkez alan, bireyselleştirilmiş öğrenme modellerini velilere sunan okullar, dayatılan bu TEOG modelinin dışında mıdırlar? Hayır. Standartlaşmış bir eğitim modeli, geleceğin standart bireylerini yetiştirmek için bu kadar çaba sarf ederken,bireyselleştirilmiş eğitimden ya da çocukların farklılıklarını göz önüne alan bir eğitim modelinden bahsetmek hatta öyle olduğunu iddia etmek gerçekçi midir? Hayır.

Gelelim ikinci dilin ana dil gibi öğretilmesine... Anaokulundan beri öğretilmeye çalışılan ama üniversite yıllarına gelinmesine rağmen öğrencinin öğrenemediği bir ikinci dil vardır. Kimi okullar buna" yabancı" dil de derler ki "yabancı" demeleri bile bu dili öğrenilmesinde en büyük engeldir öğrenciye.Okulların bir çoğu ikinci dili, anadil gibi verdiklerini iddia ederler. Oysa anadili çocuk, önce dinleyerek ardından konuşarak, okuma-yazma öğrendiğinde okuyarak ve yazarak öğrenir. Bizde ise öğretmenler kendilerine zamanında öğretilen yabancı dil öğretim yaklaşımlarının bir türlü dışına çıkamamakta ve dilbilgisi ağırlıklı yaklaşımları öğrencilere sunmaktadırlar. Dolayısıyla ikinci dilde kusursuz bir dilbilgisine sahip olmak, dil öğrenmenin ana unsuru olarak kabul görür bir hal almaktadır. Oysa amaç kusursuz yazmak ya da konuşmak değil, öğrencinin akıcı bir şekilde başka bir dilde kendini ifade etmesidir. Bu da beraberinde öğretimin öğrenci merkezli olarak yapılmasını, ders malzemelerinin, öğretim ortamının ve aktivitelerin özel olarak öğrenci odaklı üretilmesini gerektirir. Bu materyallerin hedef dilin kültürünü yansıtacak ve günlük yaşamda işlevsel olacak şekilde üretilmesine özen gösterilmesi gerekir. Öğretmenin sınıf içerisindeki rolü, bilgiyi aktarıcıdan ziyade, öğrencilerin dil öğretim amaçlarına uygun bir şekilde birbirleriyle iletişim kurmalarında yönlendirici olmasıdır. (Demirel, 2010: 51) Okulların büyük bir çoğunluğuna, hangi yaklaşımı kullanarak ikinci dili öğretiyorsunuz? diye sorduğunuzda yukarıda bahsedilen iletişimsel yaklaşım cevabını almanız büyük bir olasılıktır. Ancak uygulamalara baktığınızda bunun pek de böyle olmadığını, seneler geçtiği halde bir türlü kendini ikinci dilde ifade edemeyen çocuklarımızda görürüz.

Ken Robinson'ın da dediği gibi" insanın gelişmesi mekanik değil, organiktir". Dolayısıyla, aileler daha doğmamış çocuklarının eğitimleri için ileride okumalarını istedikleri okullara şimdiden para yatırırarak çocuklarının geleceklerini güvence altına almaları fikrinden (ki böyle okullar mevcuttur) ya da anaokullarına çocuklarını mülakatla alan okullardan bir an önce vazgeçmelidirler. Çünkü mesele hangi okul değildir? Eğitim sisteminin bizzat kendisidir!

4 Mayıs 2015 Pazartesi

"Eşyanın Tabiatı": Önyargısız İnfaz

"Eşyanın Tabiatı": Önyargısız İnfaz: "Başarı" hakkında düşünüyorum bir zamandır...  Başarı nedir? Nasıl ölçülür?   Bir insanın hayatta ne kadar başarılı o...

11 Nisan 2015 Cumartesi

Yaratıcılık Nedir? Yaratıcı Bireylerin Kişilik Özellikleri Nelerdir?

Yaratıcı yazarlık, yaratıcı drama, yaratıcı sanat terapisi, yaratıcı reklam, yaratıcı liderlik, yaratıcı yönetim....
Peki ama son zamanlarda pek sık duyduğumuz hatta bir sektör haline gelen "yaratıcılık" nedir?

Yaratıcılık, bir şey icat etme, bir yenilik oluşturma, problemlere yeni bir bakış açısı ile bakabilme yeteneğidir. Yenilikten kast edilen ise az rastlanır ve beklenmedik oluşudur. Bunu yapabilmek için de gerçeğin başkalarınca  görülmeyen ve ilişkilendirilmeyen yönünü bulmak, ona yeni bir çözüm üretmek, yeni bir bakış açısı kazandırmak ya da karşılaşılan sorunu ya da nesneyi farklı bir açıdan yeniden tanımlamaktır.

Bir problemi çözmekle yaratıcı problem çözmek aynı mıdır?
Çoğu zaman ikisi karıştırılır. Klasik anlamda bir problemin çözümünde , problemin tek bir doğru cevabı vardır ve görevin başarılması bu tek doğru çözümün bulunmasıyla mümkündür. Oysa yaratıcı problem çözme durumlarında, tek bir cevap yoktur; bir dizi alternatif cevap  söz konusudur. Görevdeki başarı çok sayıda ve nitelikli cevaplar üretilmesidir.

Yaratıcılık ve yaratma süreci, Eski Yunandan günümüze ilgi çeken tartışılan bir meseledir. Yaratıcı düşünme ve yaratıcı bireyler, toplumların bilimsel, sanatsal ve teknolojik açılardan ilerlemelerine sebebiyet verdiklerinden ve yaratıcı düşünen bireylere az rastlanır olduğundan, toplumların her daim ilgisini çekmiştir. Çağlar boyunca insanların nasıl olup da yaratıcı davrandıkları üzerine kafa yormuşlar ve yaratıcılığı açıklayan birtakım yaklaşımlarda bulunmuşlardır.

Kimileri için yaratıcılık, felsefi bir mesele halini almış. Mistik Yaklaşım olarak adlandıracağımız bir bakış açısıyla yaratıcılık, kimi zaman ilahi, kimi zaman ilahi olmayan ama mutlaka ilhama dayalı bir süreç olarak ele almışlardır. Bu yaklaşımda , yaratıcı birey aldığı ilhamla oluşan fikirlerini yarattığı ürünler aracılığı ile ortaya koymaktadır. İlham, ilahi güçler tarafından yaratıcı bireyin kulağına fısıldanan ya da bazılarına doğuştan bahşedilmiş bir yetenek olduğu türündeki yaklaşımlar 1900'lerin başına kadar süregelmiştir. Halen günümüzde yaratıcılığa bu yaklaşımla bakanlar vardır.

1900'lerin başında doğan ve hızla yayılan Psikodinamik yaklaşıma göre ise, yaratıcılık bilinçligerçek ile bilinçaltı dürtüler arasındaki gerilim aracıyla ortaya çıkmaktadır. Freud'a göre yaratıcı birey,ürürnleri yoluyla bilinçaltı arzularını toplum tarafından kabul görür bir biçimde dışa vurmaktadır.

1950'lerin ikinci yarısndan sonra ise, yaratıcılık üzerine yapılan çalışmalarda önemli bir bakış açısı değişikliği gözlemlenmektedir. Yaratıcılık bilimsel yöntemlerle mercek altına alınmış ve 60'lardan itibaren yürütülen çalışmalar ciddi bir ivme kazanmıştır. Dünyada ne olmuştur da yaratıcılık meselesi çok boyutlu olarak tartışılmaya başlanmıştır?

4 Ekim 1957'de Sovyetler Birliği'nin Sputnik uydusunu hemen arkasından 3 Kasım 1957'de Layka isimli bir köpeği uzaya göndermesi, Sovyetler Birliği'nin başarısını perçinlemiştir. Aralık ayında Amerika tarafından uzaya gönderilmeye çalışılan roketin havalanmadan patlaması, Sovyetler ile Amerika arasında süregelen ve tüm dünyayı etkileyen soğuk savaş ortamında, Amerika'nın Sovyetler karşısında prestij kaybına uğramasına neden olmuştur. Bu olayların takibinde Amerikan hükümeti, eğitim sistemlerini tüm boyutlarınla ele almaya başlamış, eğitim ve yaratıcılık  gibi ilgili alanlarrda yeniden yapılanmaya gitmiş, bilimsel araştırmalara daha fazla kaynak aktarmaya başlamıştır.

Bu yıllarda Guilford, yaratıcılığı zihnin yaptığı bir işlem ürünü olarak tanımlamış ve kendi zihin modelini ortaya atmıştır. Guilford'un bir küp olarak tasvir ettiği zihin, üç boyuttan oluşmaktaydı; düşünce materyalinin türünü kapsayan içerik boyu, kullanılan işlemin türünün kapsayan işlem boyutu ve ürün boyutu. Bu süreçlerin ise tanımayı, hafızayı, ıraksal üretimi, yakınsak üretimi ve değerlendirmeyi kapsadığını ile sürmüştür. Guilford'a göre; ıraksal düşünme, farklı yönlerde düşünme, değişiklik arama ya da araştırma gibi yönleri olan bir çeşit düşünce üretimidir ve düşünmenin temel unsurunu oluşturur. Bu, her insanın farklı düzeylerde yaratıcılığa sahip olabileceği anlamına gelmektedir. Bu yaklaşıma göre, kimilerinde yaratıcılık daha çok, kimilerinde az ya da hiç gelişmemiş olabilir, ama mevcuttur.

Teorik bir zemin üzerine oturtulan ve araştırılabilir özelliklere sahip olan yaratıcılık artık ölçülebilir hal almaktadır. Psikometrik yaklaşımın ortaya çıkışı ve P.Torrance'ın  Torrance Yaratıcı Düşünme Testi'ni (TTCT) geliştirmesi, yaratıcı düşüncenin nispeten objektif olarak değerlendirilebilmesini ve uygulanabilir olmasını sağlamıştır. 60'lı ve 70'li yıllar testlerin geliştirilmesiyle geçerken, 80'li yıllarda yakınsak düşünmenin değerlendirilme ölçütlerinin belirlenmesini üzerine çalışmalar ağırlık kazanmaya başlanmıştır.

Yaratıcılığı pragmatik açıdan araştıranlar, yaratıcı düşüncenin gündelik hayatta kullanımı ve geliştirilmesi üzerinde durmuşlar, nasıl daha yaratıcı düşünülebileceğine ilişkin teknikler geliştirmişlerdir. Bu anlayışa dayalı çok çeşitli teknik ve uygulamalar günümüzde de karşımıza çıkabilmektedir.

90'lı yıllar, yaratıcı düşüncenin arkasında yatan zihinsel temsiller ve süreçleri anlamak ile geçmiş bu da yaratıcılığın bilişsel yeteneklerin bir parçası (zeka gibi) algılanmasına yol açmıştır. Diğer bir değişle bu yıllarda yaratıcı düşünce üzerinde, bilişsel tariflere dayalı olarak çalışmalar yürütülmüş, bilgisayar simülasyonlarından yararlanılmış, şiir yazan ya da müzik parçası besteleyen programlar hazırlanmıştır.

Sosyal- Kişilik yaklaşımda ise, yaratıcılığın bir kaynağı olarak sosyo- kültürel çevre, kişilik ve motivasyonel etmenlerin incelenmesine odaklanılmıştır. Sternberg ve Lubart, Yatırım Teorisini ortaya atmışlardır. Yatırım Teorisine göre, iyi bir yatırımcının yatırım araçlarının fiyatı düşükken alıp pahalıya satması gibi yaratıcı bireyler başkalarına saçmalık gibi görünen fikirlerin ileride bir anlamı olduğunu fark ederek onları savunan kişidir. Bu teoriye göre yaratıcılık, altı özelliğin etkileşimden oluşmaktadır; zeka süreçleri, zihinsel tarz, bilgi, kişilik motivasyon ve çevresel bağlam.   Yaratıcı performansın nadir olması, bireylerin bunlardan birine sahip olmamasından çok tümünün uygun şekilde bir arada bulunabilmesinin güçlüğünden kaynaklanmaktadır.

Yukarıda bahsedilen geçmişten günümüze yaratıcı yaklaşımlar göz önüne alındığında, yaratıcı düşüncenin özelliklerini dört ana başlıkta toplayabiliriz; Akıcılık, Esneklik, Orijinallik ve Ayrıntılama.  Akıcılıkla kastedilen, bir uyarına karşı verilen çağrışımların sayısıdır. Yaratıcı özelliklere sahip bireylerin akıcı olarak düşünebilmeleri, zengin bir çağrışım zincirine sahip olmalarıdır. Esneklik ise, yaratıcı bireylerin bir konu çevresinde birbirinden farklı ve çok sayıda kategoride ya da boyutta düşünebilmelerine işaret eder. Orijinallik, bir konu ya da durumda az rastlanır, nadir fikirler ve çağrışımlar üretilmek olarak tanımlanabilir.

Tüm bu bilgiler ışığında yaratıcı bireylerin ortak özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Yaratıcı bireyler kendilerinin başkalarının görüş, kanaatlerine uymak zorunda kendini hissetmez, Bağımsız düşünüp davranma eğilimi taşır.
  • Yaratıcı bireyler basit, kolay olan yerine karmaşık, zor olanla uğraşmayı tercih ederler.
  • Yaratıcı bireyler belirli durumlara toleransı yüksek , duyarlı kimselerdir. 
  • Yaratıcı bireylerin farklı alanlarda çok çeşitli ilgilere sahip olmalarından dolayı oyun ve mizaha eğilimleri fazladır.
  • Yaratıcı bireylerin merak ve kurcalama güdüleri yüksektir.
  •  Yaratıcı bireyler içsel motivasyona sahiptirler. Herkese rağmen, kendi hedeflerinin peşinde koştuklarından ve yapmayı arzuladıkları bir iş için çok uzun  süre çalışabilmektedirler. 
  • Bazı yaratıcı bireylerde iniş ve çıkışlı duygu durumları gözlenmektedir. Bu durum yaratıcı bireylerin üretimlerinin kaynağı olabilir. Duygu durum bozukluklarını bazı yaratıcı bireyler üretimleri açısından gerekli bulduklarından tedaviden kaçınmakta,belirtileri yaşamayı tercih etmektedirler. 









      







15 Mart 2015 Pazar

"Eşyanın Tabiatı": Devreler Prensibi

"Eşyanın Tabiatı": Devreler Prensibi: Akış, gündüz ve gece gibi ve mevsimlerin geçişi gibi, büyük bir devreler modeli  içinde var olur. Ne mevsimler birbirini iter, ne de b...

10 Mart 2015 Salı

Çocuklarda Astım ve Tedavisi

Astım Nedir? 

Hava yollarında çeşitli nedenlerle koruyucu mukoza tabakasında hasar gelişir ve gözenekler oluşur. Hava yollarında gelişen hassasiyet sonucunda sık sık öksürük, hışıltı, nefes daralması şikayetleri ortaya çıkar. Bu duruma astım denir. Astım yerine spastik bronşit, alerjik bronşit, kronik bronşit kelimeleri de kullanılır.

Astımın Görülme Sıklığı Nedir?  

 Çocuklarda görülme sıklığı %10-%20 arasındadır.  İstanbul'da yapılan çalışmada her 7 çocuktan birinde astım görüşmüştür.

Astımın Belirtileri Nelerdir? 

Sık tekrarlayan öksürük, hırıltı ve nefes sıkışması astımın en önemli belirtileridir. Oyun oynadıktan, koştuktan, egzersiz yaptıktan sonra nefes sıkışması, hışıltı veya öksürük olması astıma işaret edebilir. Astımlı çocukların akciğerleri çok hassas oldukları için özellikle kış aylarında sık sık hasta olurlar ve genelde gereksiz antibiyotik kullanırlar.

Hangi Durumlarda Astım Hastalığından Şüphelenmek Gerekir? 


  • Çocuğun göğsünde özellikle nefes verme sırasında hırıltı sesi varsa
  • Sık sık öksürüyorsa ve öksürük özellikle geceleri artıyorsa ve çocuğu uykudan uyandırıyorsa
  • Öksürük bazı mevsimlerde kötüleşiyorsa
  • Egzersiz yaparken, oyun oynarken ya da terlediğinde öksürüyor ve hırıltı oluyorsa
  • Enfeksiyon sonrasında öksürük oluyorsa ve 2 haftadan uzun sürüyorsa
  • Sigara, deterjan, boya gibi kimyasal maddelerin kokularına karşı aşırı hassasiyet oluyorsa
  • Çocukta alerjik nezle varsa
  • Ailede astım, alerjik nezle, gıda alerjisi, ilaç alerjisi gibi alerjik hastalıklar varsa
Astım Teşhisi Nasıl Konur?

Çocuğunuzda yukarıda bahsedilen astım belirtileri varsa, çocuğunuzu "Çocuk Alerji ve Astım Uzmanları" tarafından değerlendirilmesi ve muayene edilmesi gerekir. Doktor astımdan şüphelenirse gerekli testler yapılır. Çocuklarda astımın %80-%90' ı alerjik olduğu için alerji testi yapılması çok önemlidir. 6 yaşından büyük çocuklarda solunum fonksiyon testleri yapılır. Verilen nefeste NO testi, gerekli olan durumlarda kan ve ter testi yapılır. Testler teşhis koymak için tek başına yeterli değildir. Çocuğu, şikayetleri ile birlikte değerlendirmek gerekir.

 Alerji Testi Kaç Yaşında Yapılır?

Cilt alerjileri, egzama gibi asıl sebebin gıda alerjisi olduğu düşünülen alerjik hastalıklarda 1. aydan itibaren alerji testi yapılabilir. Astım ve alerjik nezle gibi daha çok polen, ev tozu akarı gibi nefes yoluyla alerji oluşturan alerjik hastalıklarda testin 1-2 yaşından sonra yapılması uygundur.

Ciltten Alerji Testi Yerine Kandan Test Yapılabilir Mi? 

Kandan yapılan alerji testleri hem daha pahalı hem de ciltten yapılan testlere daha az güvenilirdir. Bu sebeple sadece ciltten alerji testini yapmaya engel durumlarda yapılabilir.

Tedavi Nasıl Yapılır? 

Çocuklarda astım tedavi edilebilen bir hastalıktır. Sebep olan alerjenden korunma, ilaç tedavisi ve bazı durumlarda aşı tedavisi (immunoterapi) yapılır.

Çocuklarda Astım Tedavisinde Aşı Etkili Midir?

Immunoterapi yöntemlerinde dil altı damla ve cilt altı enjeksiyon şeklinde uygulanabilir. Tedavi başarısı oldukça yüksektir. Tedavi seçiminin hastaya göre yapılması ve ilaçların doğru teknikle kullanılması tedavi başarısında çok önemlidir. 





27 Şubat 2015 Cuma

Ergenlikte Estetik Cerrahi

Ergenlik sıkıntılı bir dönemdir. Vücuttaki hormonal değişimle birlikte dış görünüşte de bir takım fiziksel değişiklikler yaşanır. Çocukluktan çıkan birey, yaşanılan bu hızlı değişim karşısında vücudunu beğenmemeye, kusurlarını bulmaya başlar. Bazen ergen bu durumu o kadar abartır ki vücudunu takıntı haline getirebilir.
Son yıllarda ergenler arasında estetik cerrahiye başvuranların sayısında gözle görünür bir artış yaşanmaktadır.  Ergenlerin sıklıkla başvurdukları operasyonlar arasında, yağların alınması (liposuction), meme büyütme (silikon protez) , burun estetiği (nazoplasti) ve botoks uygulamaları gözlenmektedir. Uzmanlar, estetik cerrahiye küçük yaşta başvuranlar üzerinde araştırmalar yapmakta ve bunun altında yatan sebepleri sorgulamaktadırlar.
Görselliğin abartıldığı günümüz koşullarında çocuklar ve ergenler, tüketime dayalı sektörün hedef kitlesi haline getirilmişlerdir. Bu da beraberinde dayatılmış güzellik anlayışını getirmektedir. Bu dayatılan güzellik anlayışı çoğu zaman  görsel ve yazılı basın aracılıyla popüler kişilerin özendirilmesiyle sunulmaktadır.Kusursuz fiziksel özellikler taşıyan kişileri, ergenler rol model olarak almakta, etkilenmekte ve onlar gibi olurlarsa toplum tarafından kabul göreceğini, beğenileceğini düşünmektedir. Bu düşünce de ergen bireyi, estetik cerrahiye yöneltmekte, tek tip kalıplaşmış güzellik anlayışının bir ürünü olmaya zorlamaktadır.

Öte yandan ebeveynler de kendilerini bu dayatılmış güzellik anlayışına ve onun güzellik
göstergelerine kaptırmakta, daha genç, zayıf, etkileyici ve güzel görünmek adına bir takım estetik operasyonlardan geçmektedirler. Bu durumda çocuklarına kendi  öz benliklerini keşfetmeleri yolunda kılavuzluk ederek yol gösterecek  anne baba rol modellerinden çıkmaktadırlar. Oysa ergenlik hayata dair hataların pek sık tekrarlandığı bir geçiş dönemdir. Ergen olan bireyde fiziksel gelişim tam olarak tamamlanmadığı gibi ruhsal olarak da olgunluğa ulaşılmamış bir dönemdir. Dolayısıyla ruhsal anlamda iniş ve çıkışların sıkça yaşandığı, bugün verilen kararların yarın anlamsız geldiği, beğenilerin sıkça değiştiği böyle bir dönemde, ergen bireylerin fiziksel görüntüsüne cerrahi yollardan yapacağı değişiklik ileride geri dönülemez pişmanlıklara sebebiyet verebilir.

Ancak genellemeler yaparak çocuklarda ve ergenlerde estetik cerrahiye tümüyle karşı olmak da yanlıştır. Kepçe kulaklar, belirgin yara izleri ve çok büyük memeler bazı durumlarda bireylerin sağlıklı fiziksel ve ruhsal gelişimleri için  estetik operasyonu zorunlu kılmaktadır. Uzmanlar, kepçe kulakların çok ciddi psikolojik sorunlara yol açtığı için okula başlamadan ameliyat edilmesini önermektedirler. Ayrıca kız çocuklarında memelerin taşıyamayacakları  kadar büyük olması; boyun ve sırt ağrıları ve duruş bozukluğu gibi fiziksel yakınmaların yanı sıra, ciddi psikolojik sorunlara da yol açmaktadır. Alay konusu olan genç kızlar öz güvenini kaybetmekte  ve içine kapanmaktadır. Bu durumu ortadan kaldırmak için uzmanlar estetik operasyonları önerebilmektedir.  

13 Şubat 2015 Cuma

Garip Ama Gerçek



Cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki  fiziksel ve biyolojik farklılıkları işaret ederken; toplumsal 
cinsiyet, sosyal ve kültürel olarak belirlenen cinsiyet rollerine karşılık gelir. Bu roller çerçevesinde kadın ve erkeğin hangi tarzda kıyafet giymeleri gerektiği ve renk seçimleri belirlenir. Kız çocukların giysileri pembe ve pembe tonlarında seçilerek, süslü giydirilirken; erkek çocukların giysileri mavi renkte seçilir.
Peki 1930'dan önce PEMBENİN erkek rengi, MAVİNİN ise kadın rengi olduğunu biliyor muydunuz? 



Metro Goldwyn Mayer adlı film şirketini ve logosunu bilmeyenimiz yoktur. Hani film başlamadan önce bir aslan çıkar da kükrer ya yüreğimiz hoplar... İşte o aslandan bahsediyorum. MGM'nin logosundaki aslanın logo filme çekildikten bir gün sonra eğitmenini ve iki asistanını öldürdüğünü biliyor muydunuz? 

Atmosferi oluşturan gazlar, ağırlıkları ile cisimler üzerine kuvvet uygularlar. Bu kuvvete atmosfer basıncı denir. Peki atmosfer basıncının kahvenizdeki köpükleri de etkilediğini biliyor muydunuz? Eğer kahvenizdeki köpükler merkeze daha yakın bir yerde öbeklenirse yağmurun ve fırtınanın kapıda olduğunu rahatlıkla çevrenizdekilere söyleyebilirsiniz.



Eski Mısır'da dairenin ya da halka şeklindeki cisimlerin başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeniyle sonsuzluğu temsil ettiğine inanılırdı. Parmağa takılan yüzük evliliğin sonsuza kadar süreceğinin simgesiydi. Bu inanç Romalılar vasıtasıyla iyice yaygınlaştı. Evlilik yüzüğünün sol elin yüzük parmağına takılması ise, dolaşım sisteminde ana damarın  sol elde bu parmaktan başlayıp kalbe gittiğinin düşüncesine dayanmaktadır. Sol elin sol parmağına takılan yüzüğün kalben bağlılığı simgelediğine inanıldığından bu parmağa takıldığını biliyor muydunuz?


Tom ve Jerry çocukluğumuzun çizgi filmleri arasında yer alan, özellikle yılbaşı günlerinin yüzü suyu hürmetine art arda yayınlanarak çocuklara yılbaşının diğer günlerden farklı bir gün olduğunu yaşatan çizgi filmdir. İlk kez 1940 yılında William Hanna ve Joseph Barbera tarafından yaratılmış olan bu karakterler, aynı evde yaşayan bir kedi ile fareyi konuyu almaktadır. Evdeki yiyeceklerden beslenen Jerry'i istemeyen Tom, ona çeşitli tuzaklar kurar. Tom ve Jerry arasındaki amansız mücadeleyi ele bu çizgi filmin aslında son bölümünde her ikisinin birden intihar ettiğini biliyor muydunuz?



Bazen bir film izlerken, bazen kalbimiz kırıldığında, bazen de mutluluktan gözyaşları dökeriz. Peki gözümüzden düşen ilk gözyaşının bizi ve duygularımızı ele verdiğini hiç düşündünüz mü? Eğer o ilk göz yaşı damlaması sağ gözden aşağıya süzülüyorsa bunun mutluluktan kaynaklandığının, sol gözden süzülüyorsa ise acının göstergesi olduğunu biliyor muydunuz?   


Rimel, kadınların vazgeçilmez kozmetik ürünlerinden biridir. Rimel sürmek ustalık isteyen bir iştir. Dikkatle sürülmediğinde bir anda maskaraya dönüşmek içten bile değildir. Peki rimel sürerken neden ağzımızı açarız? Rimel sürme eylemine odaklanmamıza yardımcı olan istem dışı bir harekettir. .

 Bir başkasının koltuk altımız, ayak tabanlarımız gibi hassas noktalarımıza dokunmasıyla gıdıklanmaya başlarız ve güleriz. Oysa kendi kendimizi gıdıkladığımızda gülme eylemi gerçekleşmez. Gıdıklanmamıza sebep  olan durum nedir peki? Yapılan araştırmalar, insanların gıdıklandıklarında beynin hypothalamus bölgesini uyardığını, bu bölgenin aynı zamanda acıyı hissettiğimiz bölüm olduğunu ve gülmenin bir çeşit savunma mekanizması olduğunu ortaya koymaktadır. O yüzden de kendimizi gıdıkladığımızda, beyin beyinciği uyardığından ve beyin bu durumu bir tehdit olarak  algılamaz.

Üstün Zekalı Çocuklar ve Özellikleri

Her aile için çocuğu özeldir. Sırf sizin çocuğunuz oluşu bile çocuğunuzu özel kılan bir durumdur. Çocuklarınızın özel yetenekleri, ilgi alanları, merakları olabilir, çok güzel dans edebilirler, resim çizebilirler, bir enstrümanı çok iyi çalabilirler, bir problemi kolaylıkla çözebilirler, okulda parlak ve   başarılı olabilirler ama tüm bunlar çocuğunuzun üstün zekalı olduğu anlamına gelmez.
 Zeki olmak, yetenekli olmak, üstün yetenekli olmak birbirinden çok farklı kavramlardır. Parlak zekalı bir çocuk, sorulan sorulara cevap verir, ilgilidir, dikkatlidir, bir konu üzerinde söyleyecek doğru ve hoş fikirleri vardır, kolay öğrenir,bir konuya hakim olabilmesi için 6-8 tekrar yeter, verilmek isteneni çabuk kavrar, yaşıtlarınla beraber olmaktan hoşlanır, verilen ödevleri yapar, verileni tam olarak kopya eder, okulu sever, bilgiyi özümser, iyi bir uygulayıcıdır, ezberi iyidir, açık ve anlaşılır bilgi hoşuna gider, uyanıktır,  kendinden ve öğrenme biçiminden memnundur.

Üstün Zekalı Çocukların, bazıları başta akademik alan olmak üzere bir çok alanda, bazıları ise sadece bir alanda üstün ve özel yeteneğe sahip olabilirler. Her ne kadar birbirlerinden çok farklı alanlarda eşsiz üstün yeteneklere sahip olsalar da  üstün zekalı çocukları diğer çocuklardan ayıracak bir takım ortak özelliklere de sahiptirler. Bunlar :


  • Bebeklikten itibaren farklı bir gelişim düzeyine sahiptirler. Fiziksel dengelerini diğer bebeklere göre çok daha kolay ve erken sağlarlar. Yaşıtlarına göre çok daha erken yürümeye ve konuşmaya başlarlar.
  • Çok hızlı öğrenirler ve düşüncelerini bir araya çok kolay getirirler.
  • Hafızaları çok kuvvetlidir ve olağanüstü genişlikte kelime haznesine sahiptirler. Yaşıtlarına göre karmaşık cümle yapısı kurma becerilerine sahiptirler. Kendilerini ifade ederlerken metafor kullanırlar ve soyut düşüncelerden yararlanırlar.
  • Problem çözmekten büyük zevk alırlar. Özellikle sayılarla ve yap bozla araları iyidir.
  •  Belli bir birikimle okula başlarlar. Genelde okula başlamadan önce okuma- yazmayı kendi kendilerine öğrenirler. Her türden, her konudan kitap okumaktan ve çeşitli deneyler yapmaktan hoşlanırlar. 
  • Çevresine karşı  aşırı duyarlıdırlar ve çok soru sorarlar. Kimsenin dikkatini çekmeyen ayrıntılar üzerinde fazlaca dururlar ve nedenini etkilerini öğrenmeye çalışırlar.
  • Yaşıtlarından ziyade, yetişkinlerle bir arada olmayı tercih ederler. Öğrenmekten, yeni bir şeyler keşfetmekten ve üretmekten büyük haz alırlar.  
  • Çevrelerine karşı aşırı ilgi duymaları, beraberinde güçlü gözlem ve mantık yürütme gücüne sahiptirler. Aralarında ilişki yokmuş gibi gözüken olaylar arasındaki bağlantıyı mantıklı bir şekilde ve çabuk kurarlar.
  • Adalet duyguları çok erken yaşta gelişmiştir. Sosyal ve politik olaylara aşırı duyarlı ve ilgilidirler.   
  • Yeni karşılaştıkları bir konuyu kavramakta, konunun mantığını çözmekte gecikmez ve güçlük çekmezler. Bir konuya tümüyle hakim olabilmeleri 1-2 tekrarla mümkündür. 
  • Dikkatlerini belli bir konu üzerinde uzun süreli yoğunlaştırabilirler
  • Olayları farklı bakış açılarıyla değerlendirirler, eleştireldirler ve orjinal fikirler ortaya atarlar.
  •  Hayal güçleri çok geniştir. Özellikle okul öncesi dönemlerde hayali oyun arkadaşları vardır.
  • İnsanları organize etmekte, faaliyetleri planlamada belirgin olarak öne çıkarlar. 
  • Diğer çocuklara nazaran uykuya daha az ihtiyaç duyarlar. Kaybedecek vakitleri olmadığını düşünerek uykuya ayıracakları zamanı kitap okuyarak, ansiklopedi ya da sözlük karıştırarak geçirmekten büyük haz alırlar.